İNTERMEZZO

Herşey geçiştir. Herşey geçicidir. Yaşamın melodileri ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Yaşam bazen bağlantılarda gizlidir.

Samstag, 11. Dezember 2010

Kar

Kar yağıyor..


Çok erken başladı bu sene kar yağışı.

Güzeldir yağan karı seyretmek. Sıcak bir odada oturuyorsanız, karşınızdaki geniş pencereden, uçuşan, bazen seyrelip bazen sıklaşan, bazen ağırlaşıp, bazen kuş tüyü misali havada süzülen, bazen esen rüzgarın girdabına kapılıp topraktan göğe yükseliyormuş izlenimini veren, bazen büyüyüp kocaman parçalar halinde yere süzülen, bazen de yoğunlaşıp küçük buz taneleri hızıyla toprağı döven o güzel beyazlığa dalıyorsa gözleriniz.

Dienstag, 30. November 2010

Wikileaks ve Dünyanın Sahibi




Hayatımıza yepyeni bir kavram girdi:

“Wikileaks”

Artık dünyada hiçbir yerde, gazete okuyup radyo ve TV lerde haberleri takibeden veya İnternet tiryakisi olanlardan, bu ismi duymayan kimse kalmadı herhalde.

Wikileaks tüm dünyayı çorba yaptı ve kepçeyi içine daldırmış karıştırmakta.

Sonntag, 28. November 2010

İçim Acıyor!!!




Yine insanı kahreden bir haber!

Yine insan cinsine dahil olmaktan insanı utandıran bir haber!

Yine anlayamadığınız, aklınızın almadığı, karşısında söyleyecek söz bulamadığınız, tıkandığınız, duyduğunuz çaresizlik karşısında ne yapacağınızı bilemediğiniz bir haber!

Şanlıurfa'da, yaşları 8 ile 14 arasında değişen bir grup çocuk, sokakta buldukları 2 köpeğin boyunlarına ip bağlayarak birbirleriyle dövüştürdü. Görenleri şaşkına çeviren çocukların vahşi eğlencesinin sonunda ise köpekler kanlar içerisinde olduğu yerde bırakıldı.

Sonntag, 14. November 2010

Şurdan Burdan (Kedi, Türkan, Fatmagül, Hanefi Avcı ve Obama)



Başlığı bilerek böyle attım.

Bu yazı bir sohbet yazısı olacak. Sohbet yazısına da, konuşma dili yaraşır elbet.

Yazmaya bu kadar zaman ara verdikten sonra, ne kadar çok konu birikmiş olduğunu görüyor insan, arada kaçırdıklarımız da cabası. İlgiye değer her konu hakkında bir yazı çıkarmaya, hem yer hem zaman açısından olanak olmadığına göre, bazılarına kısa kısa değinerek geçeceğiz.

Kedilendim Yine

Sayfamı takibedenler, kedi dostu olduğumu ve bu senenin başında beraberimdeki son kedimi kaybetmiş olduğumu anımsayacaklardır. Ondokuz yıldır bana yarenlik etmiş olan o küçük sevgilinin ardından, nasıl üzüntüye garkolduğumu da.

Sonntag, 3. Oktober 2010

“Lost” İçinde “Lost” olmak ve “Geri Kalmışlık”




Hep söylüyorum, şu bizim İsviçre geri kalmış bir ülke vesselam!

Dünyada yeni bir şey ortaya çıkmaya görsün. Bizimkiler burada bu yeni şeye önce bir hayli uzaktan bakarlar. Hem uzaktan, hem yüksekten. Şöyle Matterhorn’un tepesinden filan. Bu yüzden dünyada ortaya çıkmış bir yenilik, İsviçre vizesi alıp ülkeye girebilmek için bir hayli beklemek zorundadır. Örneğin cep telefonları. Burada ilk cep telefonları ortaya çıktığında, Türkiye’de çobanlar birbirleriyle cep telefonlarından haberleşmeye başlamışlardı bile. Ben de böyle bir yenilikten bir Türk arkadaşım vasıtasıyla haberdar oldum. O cebine bir telefon koymuştu ve onunla hava atmaktaydı. “Neymiş, nasılmış” derken bu arkadaşım sonuçta bana da bir tane aldırttı. O zamanlar, (aşağı yukarı onbeş sene önce) cep telefonları eski bir telefon ahizesi – yaşı yirminin altındakiler bilmez, eskiden telefon denilen, üzerinde numaralar olan bir cihaz vardı, ve bu aletin üstünden alınıp bir ucu ağıza öteki ucu kulağa tutulan ve bir kordonla asıl alete bağlı olan uzunca bir araç vardı, işte o- büyüklüğünde ve aşağı yukarı bir kilo ağırlığındaydı.

Montag, 27. September 2010

Happy Birthday Google!






Google Arama Motoru oniki yaşında!

Her gün Internet’te yaptığımız gezilerde, “olmazsa olmaz”ımız haline gelmiş olan Google meğerse oniki yaşına basmış.

Adını ilk defa ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum bile. Sağdan soldan, İnternet kullanan arkadaşlar tarafından hep daha fazla bahsedilmeye başlandığında, “Neymiş bu acaba, nasıl işlermiş, faydası neymiş?” sorularıyla ve tereddütlerle ilk kullanma denemelerine başlamıştım.

Freitag, 3. September 2010

Kinin Hapları


Referandum TDK’ya göre “Halk Oylaması”.

Benim yaşadığım ülkede durmadan referandumlar yapılır.

Yani durmadan halk oylamasına başvurulur.

Birkaç ay, hatta birkaç hafta arayla, seçmenler çeşitli konularda oylarını kullanarak, siyasi, toplumsal, finans, öğretim vesaire, bütün toplumu ilgilendiren tüm alanlarda tercihlerini oyları vasıtasıyla bildirirler. Çünkü ülkeyi idare edenler, sadece anayasa söz konusu olduğunda değil, her konuda durmadan halkın fikrine başvururlar.

Freitag, 13. August 2010

Yalnızca İki Kelime


Ne sihirli iki kelimedir o!


Hangi milletten, hangi etniden, hangi renkten, hangi medeniyetten, dünyanın hangi köşesinden ve kaç yaşında olursak olalım, nasıl da tepeden tırnağa içimizi titretir, nasıl da yüreğimizi delip geçer, nasıl da tüm irademizi yerle bir edip bizi kendisine tutsak eder.

Hangi dilde söylenmiş olursa olsun, güzeldir.

Söylediğimiz, söyleyebildiğimiz zaman, içimizin derinliklerinden kopup dudaklarımızdan dökülebildiğinde, nasıl da kanatlandırır, nasıl da mutluluklara garkeder.

Duyduğumuz, duymayı istediğimiz dudaklardan döküldüğü zaman, nasıl da dünyaları bahşeder.

Mittwoch, 11. August 2010

Adını Ne Koyalım?




- Abbas
- Olmaz
- Ajan
- Casus mu bu?
- Amigo
- Maça gitmeyeceğiz birlikte.
- Ayyaş
- Ne bu yahu? Yok mu adam gibi isimler?
- Afacan
- I-ıh
- Arap
- Tehlikeli
- Azman
- Ya fazla büyümezse?
- Abuzettin
- Daha neler
- Abdurrezzak
- Başka başka?
- Aspirin
- Dünyada olmaz
- Aşifte
- Ben öyle isim koymam
- Ahu Tuğba
- Yok deve.. Ne biçim isim bunlar? Başka harfe geç.

Montag, 9. August 2010

Günün Düşünceleri-1











Aslında ne kadar da önemsiziz.

Tüm çabamız, tüm kavgamız, tüm yaşamımızla.

Her birimiz, her Allahın günü birşeylerin peşinde koşuyor, birşeylere ulaşmak için kavga veriyor, günlerimizi, aylarımızı, senelerimizi harcıyoruz. Yaptığımız işlerin ağırlığı altında eziliyor, sorunlarımızın içinde boğuluyor, kendi dertlerimizden, kendi yaşamımızdan bir santim ötesini görmüyoruz çok kere.

Samstag, 7. August 2010

Su Gibi Aziz Olmak



Sıcak, sıcak, sıcak.....

Çok sıcakmış Türkiye!!!

Bizim buralarda yaz çoktan el sallamaya başladı, veda etmek üzere. Güneş artık yakmıyor, ancak ısıtıyor. Hele günlerce yağan yağmurlardan sonra.

Her sene ancak bir kaç gün için gazeteler manşet atar:

“Avrupa yanıyor!!”

Freitag, 6. August 2010

PİSİLOZOF


Pencere pervazına kendisi için özel olarak monte edilmiş pelüşlü ranzanın üzerinde, geniş pencerelerden giren güneş huzmesinin tam ortasında uzanmıştı. Gözleri kapalı, hareketsiz, öylece duruyordu.

Çok merak ettim, ne geçiyordu kafasından, ne hissediyordu acaba o anda? Bunu zaten hep merak ediyordum.

Birden başını kaldırdı ve gözgöze geldik. Yemyeşil gözlerinden fırlattığı sonsuz dingin bir bakış, gözlerimden içeriye girip ruhumun derinliklerine indi sanki. Cevabı yankılandı beynimin duvarlarında: “ Hiçbir şey düşünmüyorum. Hiçbir şey düşünmeden tadını çıkarıyorum bu anın.”

“Aman Allahım! Sen mi söyledin şimdi bunları? Senden mi geldi bu cümle şimdi?”

Dienstag, 27. Juli 2010

Herşey Dahil, Ben Hariç



Tatilden yeni döndüm. Çok eğlendim, çok dinlendim, yeniden doğmuş gibiyim......mi?

Siz öyle bilin. Ben bir haftadır yorgunluğumu atıp, yeniden kendime gelmeye çalışıyorum evde.

Neden mi? Hayır zannettiğiniz gibi ekstrem spor yapmış filan değilim tatilde. Trekking veya rafting yapmadım, paraşütle de atlamadım, dağa da tırmanmadım, „bungee jumping“le de uğraşmadım. Eee , ne yaptım öyleyse?

Donnerstag, 1. Juli 2010

Önümüzdeki Günlerdeki Konumum!!!


Tekrar görüşünceye kadar, tatildekilere iyi tatiller, yerlerinden ayrılamayanlara da bulundukları yerde güzel bir yaz dileklerimle.

Mittwoch, 30. Juni 2010

Nasıl Bir „Okur“ sunuz?



Hiç düşündünüz mü nasıl bir okur olduğunuzu?

Doğrusu şimdiye kadar ben de pek fazla kafa yormamıştım bu konuda. Sorguladığım daha ziyade ne kadar okuduğum konusuydu. “Yeterli mi, az mı okuyorum, vakit ayırabiliyor muyum?” şeklinde. En fazla da “Neler okuyorum?” tarzında. „Hangi kitaplar, hangi dergiler, gazetelerin hangileri?“ örneğin.

Ama bu defa tatile götürmek için kitap aranırken, bana eşlik edecek kitap için şart koştuğum özellikler dikkatimi çektiğinde, nasıl bir okur olduğum konusu takıldı kafama.

Mittwoch, 16. Juni 2010

Zamanda Kısa Devre


Size de olur mu bilmem?

Hani bazen, yaptığınız herhangi bir işin ortasında; masanızdaki kağıtları karıştırıp birşey ararken, elinizdeki ütüyü önünüzdeki pantalonun sol bacağına indirmek üzereyken, ya da ocağın üstündeki tencerenin içindekileri tahta kaşıkla karıştırırken, birden havada kalır ya kolunuz? Ya da hani tam balkon camından bakmak isterken, yağmur dinmiş mi diye veya tam oda içinde dolaşıp cep telefonunuzu nerede bıraktığınızı araştırırken gözleriniz, birden havada asılı kalıverir ya bakışlarınız?

Montag, 14. Juni 2010

“Tulazela” “Vuvuzela” ya Karşı!!!



2010 Dünya Futbol Şampiyonasının tartışılmaz bir yıldızı var.

Kimilerinin göklere çıkardığı.
Kimilerinin de nefret ettiği.

İnce uzun, görüntüsünden beklenmeyecek büyüklükte bir gürültü koparan.
Onbinlerce eşek arısının birlikte uçarken çıkardığı sese benziyor uğultusu.

Şampiyonayı takibediyorsanız, « Vuvuzela »dan söz ettiğimizi bildiniz herhalde.

Sonntag, 13. Juni 2010

GÜZ





Aşkların devri geçti
Güz yaklaşmada şimdi

Meltem esintileri
Saçları kımıldatan!
Vahşi rüzgarlar dindi....

Geçmiş günlerde kaldı
Cesaret, meydan okuma
Baş kaldırma, ataklık
Delice ümit, çılgınca sevinç
Dağları yerinden oynatacak güç!
Bunların yerini uysallık aldı

Samstag, 29. Mai 2010

İstanbul’u dinledim! Gözlerim açıktı!


İstanbul’daydım!!! Gittim, gördüm ve döndüm!!!

Eski sevgilim beni tüm içtenliğiyle, tüm güzelliği, tüm çilekeşliği ve tüm sevgisiyle karşıladı!

Boğazın iki yakasını birleştiren muhteşem köprüleri; gündüzleri üstüste yığılmış motorlu taşıtları ile sürekli homurdanan huzursuz canavarları, geceleri binbir pırlanta ile işlenmiş ödenemez bahadaki görkemli dev gerdanlıkları andırıyorlardı.

İstanbul’u dinledim, İstanbul’u kokladım, İstanbul’a dokunmaya, onu görmeye ve hissetmeye çalıştım.

On seneye yakın bir zamandır görmediğim çocukluğumun ve gençliğimin şehrini yeniden tanımaya, kavramaya, anlamaya uğraştım.

Donnerstag, 29. April 2010

Bekle Beni İstanbul


Şehirlerin en güzeli!!

Eteğinde deniz köpükleriyle
Yedi tepe üzerine serilmiş fettan kadın!

Bir yüzü ağlayıp bir yüzü gülen
Tiyatro maskelerinin en zengini
Bir eliyle okşayıp, bir eliyle döven
Belalı aşıkların en yangını!

Kayıp Şair






Bir garibim şu dünyada, geçmişimi kaybettim

Yürüyorum yürüyorum, geleceği kaybettim

Önüm sonsuz, arkam ıssız, yandaşımı kaybettim

Sağım boşluk, solum hiçlik, yoldaşımı kaybettim.



Yazıyorum, çiziyorum, çizgileri kaybettim

Çalıyorum, söylüyorum, ezgileri kaybettim

Derliyorum düzüyorum, dizgileri kaybettim

Fallar suskun, gökler dilsiz, yazgıları kaybettim..



Yollar bitmez, zaman geçmez

Kimse bana bir söz etmez

Gücüm bu dünyaya yetmez

Sabah olmaz, bir kuş ötmez



Sözler boğazımda kaldı

Kalemimi rüzgar aldı

Gidiyorum gidiyorum

Yönlerimi kaybettim

Yaşıyorum, yaşıyorum

Günlerimi kaybettim....







10.11.2004

Zühal Voigt

Sonntag, 25. April 2010

Köln'e Seyahat ve Yaşasın Teknik!


Evliya Çelebi ne demiş?

“Seyahat ya Resulallah!”

Ama aslında “Şefaat ya Resulallah” demek istemiş. “Seyahatname” sinde anlattığı gibi, bir gece rüyasında Hz. Muhammed’i görmüş ve ondan şefaat dilemek isterken, dili sürçünce, ortaya bu dilek çıkmış. Hz. Muhammed de anlaşılan onun bu isteğini yerine getirince, Evliya Çelebi zamanının en ünlü seyyahı olmuş.

Her birimizin içinde bir Evliya Çelebi yatmaz mı aslında? Gündelik işlerin, yaşamın monoton gidişatının içinden ara sıra başını kaldırıp, ille de başka diyarlara gitme, başka ülkeleri görme, başka insanları gözlemleme, başka manzaralara hayran olma arzusunu haykıran?

Bu arzu böylesine şahlanınca da, ne yapıp edip, bir yolunu bulup, bir yerlere gitme fırsatı yaratmaz mıyız? Bazen çok yakın da olsa, ille de bir değişiklik gerekmez mi? Tebdil-i mekanda ferahlık vardır diye boşuna mı söylemiş büyüklerimiz?

Benim “Evliya Çelebi”m de kışın geçmesini, havaların bahara dönüşmesini bile bekleyemedi bu sene. Ağaçlar daha yeni tomurcuklanırken düştük yollara.

Freitag, 9. April 2010

Quovadis Türkiye?



Göz kirpiklerin değdiği nesneyi görmezmiş.

Yani, birşeyi daha iyi görebilmek için belli bir mesafeden bakmanın gereğini anlatıyor bu söz.

Peki uzaktan bakınca daha mı iyi görünüyor o zaman? Daha mı iyi bilemeyiz. Ama en azından, bir nesneye kirpiğiniz değecek kadar yakın olmadan baktığınızda, o nesnenin sağını, solunu, önünü, arkasını, yanındakini, kısacası çevresine göre konumunu da görürsünüz. Detayı değil ama geneli daha iyi farkedebilirsiniz.

Peki, Türkiye uzaktan bakıldığında nasıl gözüküyor?

Dienstag, 30. März 2010

Mümkün Değil


Yavaş yavaş ölüyoruz
Önlemek mümkün değil
Gideceğiz biliyoruz
Ölmemek mümkün değil

Hergün bir başka tanıdık yüz
Kayboluyor hayatımızdan
Burukluklar bırakarak ardından
Çevremiz gitgide boşalmakta

Hayatım


Hayatım

Aktı geçti buralardan

Gördünüz mü?

Freitag, 19. März 2010

Gurbet Öyküleri -1/ Ziynet Hanım’ın Emansipasyonu



Yemyeşil gözleri vardı.

Simsiyah gür saçları.

Kahverengiye çalan yanık teniyle tezat, bembeyaz dişleri.

Güldüğünde, sisli puslu bir gökyüzünde aniden güneş açmış etkisini bırakıyordu insanın üzerinde.

Mittwoch, 17. März 2010

Ve Daha Ben Datça'ya Gidecektim


Bir haber gelir bir gün..



Şaka zannedersiniz önce.



Yanlış okudunuz veya yanlış duydunuz sanırsınız.



Bir daha, bir daha okursunuz.



İnanamazsınız. Bir yanlışlık olmuştur mutlaka.



Birileri çıksın, yanlışlığı düzeltsin, şakayı açıklasın, doğrusunu söylesin diye beklersiniz.

Samstag, 13. März 2010

Biz N’apıyoruz Burda?/ Blog Dünyasında Skandal!





İnternet mi, yazılı basın mı?

Blog mu, kitap mı?

Sanal dünyanın sonsuz sayfaları mı, beyaz kağıt üzerinde siyah harflerle sınırlı sayfalar mı?



Kitapçılardaki raflarda bir yer edinebilmek mi; herkese yer olan uçsuz bucaksız internet dünyasında küçücük bir parseli sahiplenip, aklına estiği gibi yazmak mı?



Okuyucunun eline ciltlenmiş, şekle sokulmuş bir madde olarak mı ulaşmak; yoksa canının çektiği sanal sayfalarda dolaşanlara, faresiyle tetikleyeceği bir “tık” mesafesinde mi bulunmak?

Donnerstag, 25. Februar 2010

Karnaval Günleri



Ne banka iflasları, ne ekonomik kriz, ne işten çıkarılan işçiler, ne kapanmanın eşiğindeki otomobil devleri, ne siyasetteki kargaşa, ne Avrupa Birliği’nin para sorunları ne de dünyanın çeşitli yerlerindeki doğa felaketleri!



Geçen hafta batı dünyasının içine daldığı tek bir konu vardı: Karnaval!



Nedir bu karnaval, nereden gelir, nereye gider, ne için yapılır, kökleri nerededir? Hiç merak ettiniz mi?



Karnaval, Fastnacht, Fasching (Faşing), “Beşinci Mevsim” hepsi ayni geleneğin, yöreye göre değişen isimleri.



Birçokları bu günleri, Hristiyan dünyasının sınırsız çılgınlık günleri olarak bilir. Bir bakıma öyledir de. Ama sırf hristiyanlara ait değil, kökleri ta antik dünyaya dayanan bir gelenektir.


Freitag, 19. Februar 2010

Bir Kediye Mektup

Bir ilkbahar günü girmiştin hayatıma.



El kadardı gövden, kurşun kalem inceliğindeki bacaklarınla, sizleri yakalayıp oturttuğum kucağımdan, gözlerinizi kırpıştırıp bir an için yüzüme baktıktan sonra, iskemlenin yüksekliğine aldırmadan, bir hamlede aşağıya atlamıştın önce sen. Ayni şeyi, annenin karnını birlikte terkettiğin kardeşin de yapmış, o da atmıştı kendisini kucağımdan senin ardından.



Tanımadığınız bir insan, o kadar yabancıydı o zaman sizler için. Dünyaya geldiğiniz orman kenarındaki o bahçeli evde, annenizin sahibesinden başka insanlarla karşılaşmamıştınız henüz çünkü.

Freitag, 8. Januar 2010

Elvis Presley

Elvis Presley yaşasaydı bugün 75 yaşında olacaktı. Ne yazık ki 42 yaşında yaşama veda etti.

Halen plakları en fazla satış yapmış şarkıcı ünvanını koruyor.

Nefis sesini bu video ile anıyorum:

Freitag, 1. Januar 2010

Kar, İlk Aşk ve Başı Sonuna Uymayan Öykü


Kar yağdı Noel’den hemen önce.

Ve Noel’e bir gün kala inen yağmurlar, beyaz örtüyü sildi süpürdü yine.

Artık kar’a da güven kalmadı. Gelir diyorsun gelmiyor, kalır diyorsun kalmıyor. Aylardan Aralık’mış, Ocak’mış ona ne? Keyfi misiniz? Ne zaman isterse , o zaman yağıyor.

Canı çekerse Nisan’da da olur.

Halbuki ne sevinmiştik beyazlar içinde bir Noel ve yılbaşı olacak diye. Yani tabii karın devamlı olduğu bir yere de kalkıp gidilir çok istenirse ama o bizim ayağımıza gelse daha iyi olmaz mı? Şöyle evimizin civarında yağıverse, bahçe filan kar altında kalsa. Onun olduğu yere gitmeye kalksak, bir sürü masraf. Yol, otel, oralarda yemek içmek vesaire. Hani şu kriz zamanında ekonomik olurdu.

Kar dedim de, üşür müsünüz karlı havada?