Ve sonunda kaybettik
kendisini...
İki senedir bize zaman
zaman sinirden tırnaklarımızı yedirtti. Zaman zaman öfkelendik, “Bu kadar da
olur mu yahu?” dedik. Gün geldi, bir kıyı kasabasında yetişmiş kendi halindeki
balıkçımız, James Bond’a taş çıkartan ustalıkla elinde tabanca adam kovaladı;
yer yer Cazanova’laştı, sosyete güzellerini kırk yıllık zamparalara yakışan
tavırlarıyla tavladı; şeytana külahını ters giydiren kurnaz iş adamlarıyla aşık
atarak onları parmağında oynattı; polislerin, savcıların karşısında Al Capon
soğukkanlılığıyla yalanları birbiri ardına sıraladı; her sıkıştırıldığı köşeden
sıyrılmasını bildi; paraya para demedi, Cote d’Azur hovardalarının lükse
alışkın hafifliğiyle son model arabalarla caddelerden aktı; yeri geldi bazen
kaza ile adam öldürdü, bazen öldürmek kasti ile ateş edip ıskaladı. Bazen
kötülüğün sınırlarını zorlayıp seyircisini isyan ettirdi. Ve bizlere bu çok
geniş karakter ve beceri yelpazesini sunduktan sonra da, kalbi kırık, ölümüne
seven bir kişiliğe bürünerek beyaz cama veda etti.