İNTERMEZZO

Herşey geçiştir. Herşey geçicidir. Yaşamın melodileri ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Yaşam bazen bağlantılarda gizlidir.

Dienstag, 11. Januar 2011

Aşık olmak ya da olmamak! İşte bütün mesele!

Aşk üzerine ne kadar çok yazıldı şimdiye kadar. Romanlar, tiyatro eserleri, senaryolar, şiirler, makaleler, denemeler, ilmi araştırmalar, daha neler neler..Ama konu bitti mi? Biter mi?

İnsanlar yaşadıkça da bitmez.

Çünkü insanlar yaşadıkça aşık olurlar, oldular, olmaktalar, daha da olacaklar.

Yaşamı boyunca hiç aşık olmadıklarını sananlar, iddia edenler ve gerçekten aşık olmamış olanlar da vardır elbette. Ama genelde hemen hemen her insan bu duyguyu, yaşamının bir sürecinde, bir kenarından veya tam ortasından, bir defa veya çeşitli evrelerinde birkaç defa tatmıştır.

Tabii ki aşk denilen bu olgu herkeste ve her zaman ayni şekilde, şiddette, yoğunlukta, ayni uzunluk veya kısalıkta da değildir. Çeşitli insanların bu evrede yaşadıkları, birbiriyle benzerlikler gösterse de, kişiye özeldir aslında. Hatta ayni insanın çeşitli başka sujelere karşı duyduğu aşk duygusu bile birbirinin tamamiyle ayni değildir. Birinde örneğin daha şiddetli, birinde daha romantik, bir diğerinde daha derin bir biçimde hissedilebilir. Bu hem aşık olan kişinin, kişiliğinin hangi evresinde bulunuyor olmasına, hem de aşık olduğu sujenin niteliklerine bağlı olarak değişebilir.

Neler olur aşık olduğumuz zaman? Herşeyi sayamayız tabii ama genelde, tüm dikkatimiz ve düşüncelerimiz bizi kendine aşık eden kişi üzerinde toplanır öncelikle. Dünya üzerindeki diğer bütün konular yokolur sanki, hep onu görmek, yakınında olmak isteriz. Yakınında değilsek, nerede olduğunu, ne yaptığını merak ederiz, yaşamımız onu bir görüşümüzden diğer görüşümüze kadar olmak üzere cereyan eder. Onu gördüğümüzde bedenimiz çılgınlık moduna geçer sanki, terleriz, titreriz, kızarırız, kalbimiz göğüs kafesimizde taklalar atar. Uykularımız kaçar, iştahtan kesiliriz. Onu düşündüğümüzde veya onun yakınındayken içimizi sonsuz bir mutluluk duygusu doldurur, kanat takmış uçuyoruzdur sanki. Onunla konuşmak gerektiğinde sesimizi bulamamak veya söylemek istediğimizden bambaşka şeyler gevelemek de olasıdır bu devrede.


Bilim adamları aşk fenomenini de evirip çevirip incelediler. Aşık olduğumuzda bedenimizin kimyasının alt üst olduğu tespit edildi. Aşık olan kişi ancak bilinç altından algılanabilen ve Pheromone denilen bir çeşit cinsel koku yaymaktaymış etrafa. Ayrıca tavan yapan Dopamin hormonu insanı mest ediyor ve Adrenalin de o müthiş heyecanın ortaya çıkmasına neden oluyor. Bunun yanında salgılanan Endorphin ve Cortisol sarhoşluğa benzeyen o coşkulu mutluluk duygusunu meydana getiriyor. Sevgiliden ayrı kalmak ise hissedilen mutluluğun şiddetinde bir mutsuzluk hatta ümitsizlik kuyularına düşürüyor insanı. Ayrıca ancak ruhsal hastalıklarda görülen bir serotonin düşmesi de tesbit ediliyor. Bilim, aşık kişinin hesapsız hareketlere ve akılcı olmayan davranışlara hazır bir halde olduğunu da kabul ediyor. Aşk intiharları ya da cinayetleri bu durumun en aşırı ucları.

Bütün bu tespitler, aşkın bir hastalık olduğunu savunanlara neredeyse hak verdirecek derecede kuvvetli olmakla birlikte, aşkın onu yaşayan kişiye tattırdığı mutluluk da, onu “hastalık” olmaktan çıkaracak vasıflarda.


Dünya Sağlık Teşkilatının (WHO) açıklamasına göre, adına “aşık olmak” denilen bu durum, onu yaşayan kişilerde 24 ila 36 ay arasında devamlı oluyormuş ancak. Tabii ki bu, aşık olup da, hayallerinin kahramanı ile nikah masasına oturanların mutluluklarının 24 ila 36 ay sonra yokolacağı, ve dolayısile de evliliklerinin biteceği anlamına gelmiyor elbette. Bu sadece, bilimin vardığı sonuçlara göre, bu kadar zaman sonra artık sevdiklerini gördüklerinde belki ellerinin terlemeyeceği, kalplerinin yerinden kopmayacağı, kulaklarına kadar kızarmayacakları veya kekelemiyecekleri demek oluyor. Çünkü o zamana kadar çıldırmış olan hormon düzeni, bu kadar zaman geçtikten sonra tekrar normale dönüyor ve eğer aşık olunan kişi, ayni zamanda gerçekten doğru kişiyse, mutluluk hissi yerine oturmuş ve olgunlaşmış olarak yaşamına devam ediyor.
Buna aşkın, uzun vadeli bir sevgiye dönüşmesi de denebilir. Dönüşememesi durumu da olabilir tabii ki. O zaman da, Eros’un oklarını yanlış bir hedefe atmış olduğu düşünülebilir.

Aşkın çeşitli variyasyonları da var elbette. Beklenip de bir türlü gelmeyen, geldiğinde de yanlış bir zaman seçen. Çok erken gelip, yine erkenden çekip giden. Geç gelip erken giden, çok geç gelen, iş işten geçtikten sonra gelen. Yanlış yerde doğru kişiyle, ya da doğru yerde yanlış kişiyle gelip de insana çok çektiren.

Dedik ya, çok yazıldı aşk üzerine ama daha çok da yazılabilir diye.


Bilim var olan aşkı araştırdı da, aşkın hangi koşullar altında meydana geldiğini bulmuş değil bugüne kadar.
Bunu bulabilseydi, belki de bir hap icad ederdi de, ne zaman aşık olmanın tam zamanı ve yeridir diye düşünürsek, o zaman yutardık hapı(!) biz de.

Ama o takdirde de, aşk aşk olmaktan çıkardı herhalde.

Yakın bir arkadaşım, yeniden aşık oldu geçenlerde. Ve bütün bunları ve daha başka şeyleri de getirdi aklıma.

Aşık olmak, yeniden kanatlanıp uçmak, yüreğin deli gibi çarpması, bir bakışın, bir yürüyüşün, bir gülüşün insanı sarhoş etmesi, ne güzel!

Ona tabii ki tüm kalbimle sonsuz mutluluklar diledim.


Sonra da aşkın mutluluklardan mutsuzluklara uzanan binbir yüzünü düşündüm.

Sonra da bu yazının başlığını attım.



Unutulmayan

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen