Öykü en gerilimli noktalarından birine ulaşıyor.
Gözlerinizi, kulaklarınızı açıyorsunuz alabildiğine.
Olaylar kör düğüm haline geliyor, entrika tavan yapıyor, eyvah, nasıl çıkacaklar dizi kahramanları işin içinden?
Derken, biri birini tesadüfen görüyor veya işitiyor veya birinden tesadüfen haber alıyor veya her hangi bir tesadüf işi çözüveriyor.
Ya da tersine, öykünün can sıkıcı, tek düze hale geldiği bir noktada; yine birileri birilerini tesadüfen görüyor, işitiyor, yakalıyor ve bir de bakıyorsunuz yepyeni bir sorun, yeni bir zorluk, yeni bir entrika öykünün adrenalinini yine havalara fırlatmış.
“Öyle Bir Geçer ki Zaman” da Ali Kaptan, Cemile ile Balıkçı’yı, herkesten gizlenerek geldikleri çay bahçesinde mutlaka görüyor tabii ki, tesadüfen önünden geçerken.
Ya da, Fatmagül hergün evinden işine yürüyerek gidip gelirken, ilk haftalığını aldığı günde, mutlaka altın alıp biriktirmesi gerektiği aklına geldiğinden, otobüsle şehre, kuyumcular çarşısına iniyor ve dönerken tamamen tesadüfen, Boğaz sahilinde Vural’la Kerim’in candan kucaklaşmasını, yapıştığı otobüs camından büyüyen gözlerle seyrediyor. Buyrun bakalım cenaze namazına. N’olacak şimdi? Oysa ki Kerim az önce Vural’ın gırtlağına sarılmıştı ama işte Fatmagül’ün bindiği o hain otobüs o zaman geçmedi ki oradan, o sahne bitip kucaklaşma sahnesi geldiğinde geçeceği tuttu.- Bu Kerim de biraz istikrarsız zaten, birkaç dakika önce tehdit ederek saldırdığı adamı, birkaç dakika sonra, beni artık görmeyeceksin dedi diye bağrına basıyor.- Sonuçta, araları oldukça düzelmiş olan Fatmagül ile Kerim tekrar güvensizliğin ve kederin girdaplarına düşüyorlar. Bu ikisinin birbirlerine yaklaşmasını beklemekten zaten ruhen hastalanmış olan seyirciye de, Fatmagül’ün artık Kerim’e avaz avaz bağırmayıp, hafiften gülücükler göndermesinden ümitlenerek, tam vuslata ulaşacağını düşünüp sevinmeye başlamışken, tekrardan haftalar sürecek yeni bir bekleyiş işkencesi reva görülüyor.
Tesadüfen kapı aralığından en gizli sırlara vakıf olmalar, tesadüfen karşılaşmalar, başkalarının yaptığı bir konuşmadan tesadüfen gerçekleri öğrenivermeler.
Galiba “Tesadüf” dizi kadrolarının aylıklı elemanı.
Hem de vazgeçilmez cinsten, o olmasa öyküler nasıl sakız gibi çektikçe uzayacak?
Yalnız işin kötü bir tarafı var, o da seyircinin bu “çakma” tesadüfleri şıp diye anlaması. Bu tesadüflerin hikayeyi uzatmak için kopma noktalarına yerleştirilmiş zamklı bağlantılar olduğunun farkına varması. Hikaye bu şekilde yoğunluğundan, özgünlüğünden, cazibesinden ve mantığından kaybediyor ama olsun, sonuçta uzuyor ya. Anlaşılan önemli olan bu. Bu arada sabrı çatlayanlar, öykünün gitgide buharlaştığını düşünenler olursa ne gam. Alışkanlıktan mı, daha iyisi olmadığından mı, artık her nedense, insanlar her bölümde cam ekranın önünde oturmaya devam ediyorlar ya.
“Tesadüf” olgusuna muhtaç olmayanlar da var bu arada. Yaşanmış bir hayatı aktardığı için, yapay zorlamalar olmadan yoluna devam eden bir “Türkan” örneğin. Uzun soluklarla anlatıldığı halde sıkmıyor, çapraşık entrikalara, insana “bu da olur mu?” dedirten kanırtmalara gerek duymadan, sade görüntülerle söylüyor söyleyeceğini. Bu yüzden seyircinin öyküye duyduğu ilgi ve merak da zerrece azalmıyor ama.
Tesadüf enflasyonundan sıkılanların yapacağı şey de, tesadüfen zaplayıvermek herhalde.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen