İNTERMEZZO

Herşey geçiştir. Herşey geçicidir. Yaşamın melodileri ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Yaşam bazen bağlantılarda gizlidir.

Dienstag, 19. Juli 2011

Bodrum ama başka bir Bodrum



Bodrum’u sever misiniz?

Bu sorunun cevabı kişinin zevkine göre değişir elbet.

Eskiden Bodrum deyince akla gelen, belli köylerde toplanmış bembeyaz evler, dupduru bir deniz, dalları o denize inen ağaçlarla dolu yemyeşil insansız koylar, o koylarda tek tük görülen efsanevi mavi gezi tekneleri olurdu.

Şimdi öyle mi ya? Şimdi dağ taş evlerle, tatil siteleriyle dolmuş: o insansız koylarda her boyda, her türde, her cinsten bayrak çekmiş tekne cirit atıyor, o da olmazsa vızır vızır jet-skiler yarıp geçmekte durmadan o eski sakin suları.

Bodrum’un kendisi ise, sokaklarında günün ve gecenin her saatinde çeşitli milletlerden insanların kaynadığı, hareketin hiç durmadığı, seslerin hiç susmadığı, diğer bütün milletlerarası tatil yerleri gibi kıpır kıpır bir şehir.

Yani sakin bir tatil ve kafanızı dinlemek gibi arzularınız varsa, gitmemeniz gereken bir yer.

Ama, Bodrum yarımadasının hemen her karışına el konulmuş ve her metrekaresinin çalıp oynayan gürültülü bir eğlence yerine dönüştürülmüş olmasına rağmen, insanın kuş sesleri ve ağustos böceklerinin şarkıları arasında uyanıp; denize girerken başka bedenler üzerinden atlamasına gerek kalmadan, sağ ve solundaki boş şezlongların arasından geçerek salınabildiği; akşam yemeğinin tadını, sesi ancak duyulabilen latif bir latin müziği eşliğinde, koyun koyulaşan maviliklerine dalarak huzur içinde çıkarabildiği bir yer de var.

Ve ben bu sene tatilimi sözünü ettiğim bu yerde geçirdim.

Tadına doyamadım, elimden gelse bütün yaz orada kalacaktım. Hatta bu müstesna otelin sahibeleri olan iki genç kız kardeşe, şaka yollu beni işe almalarını bile teklif ettim. Kibarca gülümseyerek beni müşteri olarak ağırlamayı tercih ettiklerini belirttiler.

“Cennet Koyu” idi koyun adı ve gerçekten cennetten bir köşeydi.

Efendim, Torba’dan Göltürkbükü’ne doğru gidiyorsunuz ama Göltürkbükü’ne girmeden sağ yola sapıyorsunuz. Bu bölge o kadar bakir ki, yolu bile toprak. Sonunda İtalya’daki Amalfi kıyılarında dolaşmayı andıran, daracık, inişli çıkışlı patikamsı yollarda, hoplamalı zıplamalı bir seyahatten sonra koya varıyorsunuz. Ve bu doğallıktan sonra karşınıza çıkan, yamaçta inşa edilmiş otelin konforu ve rahatlığı sizi şaşırtıyor.

Her türlü gereksiniminiz düşünülerek hazırlanmış temiz odalar, korun şahane manzarasına açılan pencere ve balkonunuz, kahvaltıda ve akşam yemeğinizde etrafınızda fır dönen güleryüzlü garsonlar. Sabah kahvaltınıza iner inmez masanıza getirilen günlük gazeteniz. Denize merdivenlerinden girdiğiniz ve plaj boyunca uzanan tahta iskele, her zaman birinin altında yer bulacağınız korunmalı şemsiyeler, otelde o anki müşteri sayısının çok üzerindeki sayıda rahat şezlonglar. Plajda geçirdiğiniz saatler boyunca, bu defa sürekli plaj boyunca gidip gelerek en küçük isteğinizi hemen yerine getirmeye çalışan, plajda görevli garsonlar. Oturmaktan veya güneşlenmekten sıkıldığınızda tüm koyu dolaşabilmeniz için bekleyen kanular, oynamanız için hazırlanmış tenis kortu, masa tenisi. Olmazsa Internet de otelin fuayesinde ilginizi beklemekte. Ayrıca tamamen bir kenara çekilmeyi istediğinizde, yemyeşil ve binbir çiçekle süslü bahçenin çeşitli yerlerine konmuş masalar, koltuklar vesaire. Artık ister okuyun, ister hayal kurun, ister şekerleme yapın, ister yanınızdakiyle dünya ahvali üzerine dertleşin, size kalmış..

Otelin sahipleri iki genç kadın demiştik. Bu iki kardeş sabahın erken saatinden, gecenin geç saatlerine kadar, resepsiyonda, telefonda, mutfaklarda (bir restoranda bir de plajda) bizzat çalışarak, her müşteriyle tek tek ilgilenerek, en ufak isteklerine derhal çözüm arayarak, gerçekten örnek ve avrupa standartlarında bir idare şekli sergiliyorlar.

Ayrıca otelin marinası da var ve gelen teknelere de hizmet veriliyor ama bu otel müşterisini hiç rahatsız etmiyor.

Ha, bütün gün plajda yatmaktan, bütün gün balık sürüleriyle beraber yüzmekten, bütün gün okumaktan, ya da- olur ya- sükunetten sıkıldınızsa, onun da kolayı var. Atlayın arabanıza, ya da çağrılan bir taksiye, Bodrum otuz kilometre uzakta. Alın size hareket, gürültü, şamata, kalabalık, alışveriş, ya da gönlünüz neyi çekiyorsa. (Taksiyle Göltürkbükü’ne kadar gidip oradan minibüse de binebilirsiniz.) Ya da hiçbiri fazla uzak olmayan diğer Bodrum yarımadası köy ve kasabalarına uğrayabilirsiniz.

Otel restoranı saat 23 de kapandığından, masalarda tek tük kalan müşteriler de en geç 24 de odalarına çekiliyorlar. Şayet o anda otelde kalmakta olanlar, başkalarını da düşünen cinsten insanlarsa, sessizlik içinde nefis bir uyku garantide. Aksine davrananlar varsa, resepsiyona haber verebilirsiniz bunu da, çaresine bakıyorlar.

Otel ondört yaşından küçük çocukları almıyor. Bu elbette çocuk düşmanlığı değil, ancak gürültüden uzakta tatil yapmak isteyenler ve hatta kendi çocuklarından ayrı başbaşa birkaç gün geçirmeyi özleyenler bile düşünülmüş. Annelerinin karnında gelenlere kısıtlama yok, ayrıca burası “balayı oteli” olarak da ünlenmiş, o yüzden genç çiftler çoğunlukta. Bir de toplu halde “yoga” yapanlar da öğretmenleriyle birlikte bu sessiz köşeyi seçiyorlar. Çevrede çeşitli yürüyüşler yapmak da mümkün.

Hafta sonlarında biraz hareketleniyor otel. Uzun bir hafta sonu yapmak isteyen iş adamları, mevki sahipleri vesaire, cumadan başlayarak, ellerinde Iphone’ları, koltuk altlarında dizüstüleri ile dolduruyorlar plajı. Onların denize girmekle, güneşlenmek arasında- ki bunu da bir iş gibi yerine getiriyorlar- iskele üzerinde bir aşağı bir yukarı gidip gelerek telefonla iş arkadaşlarına veya adamlarına yağdırdıkları talimatlara ister istemez kulak misafiri olmak da ayrı bir eğlence. Allahtan pazar öğleden sonra kayboluyorlar ortalıktan.

Bu şahane otelin hiç mi kusuru yok? Var, ama tüm bu olumlu yanları yanında gerçekten küçücük kalan bir husus. Eğer tatilinizde gurme tarzı yemek arıyorsanız, bu arzunuz biraz tatminsiz kalabilir. Bunun dışında ama yemekler yine de güzel, sade ve listede her zaman damağınıza uygun birşeyler bulmanız mümkün. Güzel şaraplar zaten garanti.

İki hafta kaldım ben ama sonuçta sadece bir gün kalmış gibiyim. Mümkün olsa hemen yine giderim ve tekrar Türk sahillerine gideceksem, mutlaka oraya gitmeye kararlıyım.

Otelin adını yazmıyorum, doğrudan reklama girmesin.

Merak edenler bir zahmet Google’a girip “Cennet Koyu” yazıversinler.

Pat diye karşılarına çıkacaktır sözünü ettiğim yer.

Zaten o koyda yalnızca bu otel var. Bir butik otel.

Tatili dinlenmek, yenilenmek, kafasını dinlemek, denize girmek, doğanın keyfine varmak olarak anlayanlar için.

Ve umarım hep böyle kalır.


Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen