İNTERMEZZO
Herşey geçiştir. Herşey geçicidir. Yaşamın melodileri ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Yaşam bazen bağlantılarda gizlidir.
Seiten
Sonntag, 5. Juni 2011
Karaktersiz Karakterler
Romanların TV dizilerinden farkı ne?
Hatta film senaryolarının, dizi senaryolarından farkı ne?
TV karşısında oturup dizi izlerken, senaristlerin ve dizi yapımcılarının izleyici hakkında ne düşündüğünü siz de merak ediyor musunuz?
Mantık hatalarını, ucuz çözümleri, dizinin uzaması amacıyla, yerli yersiz entrikalarla lastik gibi uzatılan öyküleri izleyicinin beğenisine sunarken, akıllarından ne geçiyor acaba? “Arada parazit yapanlar çıksa da, büyük bir çoğunluk nasıl olsa bayıla bayıla her hafta ekranın başına geçecektir.” mi? “Tüh yahu, burada doğru dürüst bir bağlantı yapamadık ama boşver, nasıl olsa kimse farketmeyecektir.” mi? “Biz ne yapsak seyredilir.” mi? Senarist ve yapımcılar izleyiciyi bu kadar yetersiz mi görüyorlar?
Haklı oldukları taraf var tabii. Daha iyisi sunulmadığı sürece, izleyici gerçekten de, içinden söylenip dışından tepki vermese de, ekranın önündeki yerini almaya devam edecektir. Ama bu durum, reytingi yüksek dizilerin bile, mutlaka çok iyi yapılmış ve kaliteli olduğu anlamına gelmez tabii ki.
Örneğimiz “Fatmagül’ün Suçu Ne?”.
Oyuncularının hemen hepsinin iyi olduğu bu dizide, iyi düşünülmüş ve güzel çekilmiş sahneler de var elbette. Geçen hafta, Fatmagül’ün Kerim’e duyduğu güveni ifade ettiği ve hemen arkasından gelen, Kerim’in onun elini öptüğü sahne örneğin. Ya da Fatmagül’ün gözyaşları içinde Kerim için olan korkularını ve dolayısile duygularını açığa vurduğu kısım ve Kerim’in durumu algılaması. Romantik bir Hollywood filminin iddialı sahneleriyle boy ölçüşecek güzellikte bu bölümler. Ama gel gör ki, öte yanda öyle ucuz bağlantılar ve gerçek hayatta olması gerekene, öylesine zıt kanırtmalar da var ki, diziyi bir yükselip bir yerlere düşen bir grafik çizgisine benzemekten kurtaramıyor.
Bunun başlıca nedeni de, dizinin mümkün olduğu kadar uzatılabilmesi kaygusu olmalı. Çünkü mantıklı her öykünün, bir başlangıcı, belli bir süresi ve bir sonu vardır. Süreyi uzatmaya kalkarsanız, öykü normal yörüngesinden çıkar. Yukarıda sözünü ettiğimiz inişli çıkışlı bir grafiğe dönüşür. Bu kaygudan, yalnız “Fatmagül’ün Suçu Ne?” değil, diğer birçok dizi de payını alıyor.
Öyküyü doğasının, yani normal ömrünün dışına çıkarıp uzatmak için ne yaparsınız? Öykünün örgüsüne yeni düğüm noktaları, yeni entrikalar eklersiniz. Bunları öyküye ekleyecek olanlar da, sizin gösterdiğiniz biçimde hareket edecek olan öykü kahramanlarıdır tabii ki. Yani öykünün kahramanları öyküyü uzatacak şekilde yeni davranışlar içine gireceklerdir. Böyle olunca da, örneğin öykünün başında belli özellikleriyle karakteri çizilmiş olan bir kahraman, birden bu karakterle hiç alakası olmayan şekillerde davranmaya başlayacaktır.
Bu söylediğimizin en güzel örneklerinden biri de “Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisindeki “Mustafa” karakteridir.
Öykünün başında, saf, temiz ve nişanlısına aşık bir kasaba delikanlısı olarak ortaya çıkan balıkçı Mustafa, yaşamı boyunca hiç görmediği İstanbul’a geldikten sonra, giderek tabiri caizse, en tilki iş adamlarına ve en entrikacı avukatlara taş çıkartacak bir strateji uzmanına dönüşür. Yeri geldiğinde elinde silah herkesi tehdit etmekte, adam vurmakta, en kabadayısından dövüşlere girişmekte, herkese meydan okumaktadır. Dizinin kilit adamı haline gelmiştir Mustafa. Nerede bir karışıklık, bir entrika gerekirse, oraya Mustafa sürülmektedir. Kendisi “Yaşaranlar” şirketinin korkulu rüyası, “Fatmagül” cephesinin baş üstünde asılı “Demokles Kılıcı” dır.
İş bununla da kalmaz, bizim saf delikanlı, kadınlar üzerindeki dayanılmaz etkisini keşfederek giderek Don Juan’laşır. Çevresindeki kadınların tümünü istemektedir, Fatmagül’ün etrafında dolanırken, Asu’ya aşk mesajları göndermeyi ve Meltem’i, kırk yıllık Kazanova jestleriyle (kızın ellerini başı üzerinde kıskıvrak tuttuğu sahne) öperek etkilemeyi de ihmal etmez.
İzleyici Mustafa’yı kaybetmiştir artık sonuçta, Kafasından ne geçtiği, ne istediği belli değildir. Ne yapacağı da. Gerçi bu, senaristler açısından bir kolaylıktır ve böylece Mustafa karışıklık isteyen her yere sürülebilir ama” Mustafa” karakteri de yerle bir olmuştur artık. Yaşaranlardan intikam almak mı istemektedir, bunu onlardan fazla para kopartarak mı yapacaktır, yoksa tecavüzcülerden birinin eski karısını ayartarak mı? Kerim’i öldürerek mi, yoksa kendisini ona öldürterek mi ikiliden intikam almaya çalışmaktadır? Fatmagül’ü hala seviyorsa, neden hala onunla savaşan Yaşaran’larla işbirliği yapmaktadır? Bu ne perhiz ve ne lahana turşusudur? Başına gelen felaketi paraya çevirmeye çalışan bir haris midir, yoksa kırık kalbinin delirttiği bir mağdur mu ya da gücünün yettiği genç bir hayat kadınına kötü muamele eden alalade bir despot mu? Yaptığı işler sürekli birbiriyle çelişki halindedir ve inandırıcı değildir. Dizinin, kurgu açısından bir çeşit “her derde deva” sı haline gelmiştir. Dizinin en kötü adamı kimdir deseniz, Reşat Yaşaran veya tecavüzcülerden Erdoğan ,Selim, Vural veya entrika uzmanı Münir Telci değil, “Mustafa” diyecektir izleyici. Bu muydu öykünün vermek istediği? Aman ne iyi olmuş öyleyse Fatmagül’ün tecavüz gibi korkunç bir olaydan dolayı da olsa, bu adamdan kurtulduğu.
İyi romanların, öykülerin, hatta film senaryolarının, böyle dizi senaryolarından farkı ne?
Cevabı basit, öyle değil mi?
Karakterleri!
İyi veya kötü vasıflı ama kesin hatlarla çizilmiş olan, öyküyü takibedeni, aldatıldığı, kendisine saygı duyulmadığı hissine kaptırmayan, öyküyü uzatmak için özünden uzaklaşmak zorunda kalmamış, sağlam, anlaşılır, mantıklı, öyküyü takibedilir hale getiren karakterleri!
Abonnieren
Kommentare zum Post (Atom)
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen