Yazamıyorum....
Hayır, ne yazacağımı bilmediğimden değil.
Aslında, boş bir beyaz sayfa önünde sıkıntıdan iç çekerek
oturan yazarlardan değilim.
Yazan bir insanın yüreğini tutuşturan, kelebekler misali
kafasının içine doluşan, parmaklarını klavyenin tuşlarına götüren o kadar çok
şey var ki aslında.
Ama.... Ama nasıl anlatsam bilmem ki?
Ama insanın dilini konuştuğu, dilinde yazdığı, dilinde
okuduğu, diline aşık olduğu bir ülkenin güncelinde, hem de hiç değişmeden, bu
kadar çok kargaşa varken; bu kadar çok belirsizlik, bu kadar çok çekişme, bu
kadar çok taraf olma, birbirinden bu kadar aksi yönlere at koşturanlar, bu
kadar farklı istekler, bu kadar bölünme ve ayrılma varken; yıllar yılı bir
çözüme vardırılamamış bu kadar çok acı, hatta bu kadar çok kan varken;
öncelikleri birbirine taban tabana zıt bu kadar farklı kitleler varken, yıllar
yılı herkesi kucaklamak sözüyle gelip, bu kadar çok insanı kucağın dışında
bırakanlar varken, taraflar ve yönler arasında bu kadar aykırılık, bağdaşmazlık
ve hatta düşmanlık varken ve bütün bunların yanında, bu kadar çok aldırmazlık,
bu kadar çok kendi çıkarından ve cebinden başka hiçbir şeyi düşünmezlik
varken...
Yazan bir insanın da adeta nutku tutulmakta, bunlar
dışında herhangi bir konu üzerine yazmayı, hani ortalıkta acilen hastahaneye
kaldırılması gereken bir hasta veya yaralı varken, elele tutuşup halay çekmeye
kalkışma gibi bir duyguya kapılmasına neden olmakta.
Acaba Türkiye’de yaşayanların “demokratik çoğunluğu” birgün durup düşünüp de, “Biz bunları neyle
hakediyoruz? Neden bir türlü düzenli, adaletli, mutlu bir yaşama sahip
olamıyoruz? Bunun için ne yapmamız gerek?” diyecekler mi?
Yoksa bu “demokratik çoğunluk” şimdikinden ve gidişattan
hep memnun ve mutlu yaşayıp gidecek mi?
Hem başka ülkelerin yok mu hiç sorunları sanki?
Şu herkesin işine karışmayı ve dünyayı idare etmeyi
görevi sanan ABD örneğin?
Ya da, son yıllarda kendi yarattıkları Frankeştayn’in,
kendilerini yok etmemesi için dilleri dışarıda çözüm ararken, birbirlerine
girip duran AB ülkeleri?
Güney Amerika, Asya ve Afrika’nın “gelişmekte olan”
ülkelerini hiç saymıyoruz tabii.
“Sorunlar” ve “kargaşa” doğru orantılı değil sanki, başka
ülkelere bakıldığında.
Çok esaslı sorunlara rağmen, belli bir düzeni bozulmayan,
kargaşa ve kavgaya düşmeyenler de var.
Oysa Türkiye’nin ne güzel bir başlangıcı vardı. Dünya
savaşı sonunda işgal altına girmişken, silkelenmiş, kendisini kurtarmış,
sınırlarını çizmiş ve tüm dünyaya, yeni bir devlet olarak kendisini kabul
ettirmişti. Hem de yaptığı devrimlerle, çağdaş bir toplum olacağının sinyalini
vermiş, uygulamalarıyla da bunu herkese göstermişti. Bunu yaptığında da, tüm
dünyanın gizli açık hayranlığını kazanmıştı.
Bugünkü resimde ise, bir türlü kim ve nereye ait olduğuna
karar verememiş, herkesin bir tarafından çekiştirdiği, silahlı silahsız
çatışmalar içinde bunalmış ve tabiri caizse, kırk gün kırk gece yürümüş ama bir
arpa boyu yol gitmiş bir görüntü. Bazı açılardan belki onu da geriye doğru
gitmiş.
Kimilerine göre gelinen en güzel yermiş burası. Herkes
memnunmuş, insanlar para yüzü görmüş, ülke lidermiş, uluslararası platformda
sözü geçiyormuş, memlekette işler düzgünmüş, herkes ermiş muradına ve de
kerevetine çıkmış.
Masal gibi....
Yazamıyorum....
Oysa yazacak o kadar çok başka şeyler var ki....
İnsani, kişisel komediler örneğin, gündelik yaşamımızda
hepimizin boğuştuğu, küçük ama bir o kadar da eğlendirici detaylar.
Karakterlerimiz, karakter farklılıklarımız, olayları
neden başka başka açılardan gördüğümüz.
Birinin ak dediğine, diğerinin neden kara dediği.
Çıkarlarımız, küçüklü büyüklü çıkarlarımız, onlara
bağlılığımız, onlar uğruna neleri sattığımız.
İki yüzlülüğümüz, işimize geldiğinde hangi kılıklara
bürünebildiğimiz.
Düşünce tembelliğimiz, “adam sende”ciliğimiz, “bana
dokunmayan yılan bin yaşasın”cılığımız, “benden sonra tufan”cılığımız.
İğne ve çuvaldız meselesi.
Ya da daha başka şeyler; doğa, seyahat, sanat, kültür, ilim,
dünya, feza, çiçek, böcek, aşk, meşk, ilişkiler, cinsellik, yaz, tatil, moda.
Olmazsa duygular, hayaller, düşünceler, tahliller..
Yazamıyorum....
Halay çekemiyorum bugünlerde nedense......
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen