Geçtiğimiz haftalarda bir cumartesi akşamı TV kanallarının hiçbirisinde yine dişime
göre birşey yoktu.
Nedense cumartesi
akşamları program yapımcıları hep “laylaylom” cinsi eğlencelere öncelik
veriyorlar. Reyting meselesi anlaşılan.
Acaip yarışmalar, casting show’lar, talk show’lar, bol müzikli ve
tepinmeli gösteriler vesaire.
Oradan oraya can
sıkıntısıyla zap yaparken, kanallardan birinde bir western filmine rastladım.
1967 yapımı. Takılıp kaldım biraz.
Sonuna kadar seyrettim sonra. Arkasından başka western’ler geldi. Western
akşamıymış meğerse.
Gecem
kurtulmuştu.
Bir zamanların;
kahramanının kahraman, haydudunun haydut olduğu, sonunda hep haklının ve iyinin
galip geldiği, bol tabancalı ve yumruklu, bol kızılderili, kadınların uzun sarı
saçlı, uzun elbiselerinin eteklerini savurarak yürüyen incecik belli güzeller;
erkeklerin yanık tenli, vurduğu yerden ses getiren babayiğitler olduğu o
güzelim western’ler.
Filmlerden
birinde John Wayne ve Kirk Douglas; başkalarının paraları ile zengin olmuş bir
bankerin, altın nakliye ettiği zırhlı arabayı, binbir macera ve güçlükten sonra
soyuyorlar, ama ele geçirdikleri altınlar, kaderin garip cilvesiyle sonunda
aşağılanmış ve sömürülmüş kızılderililerin eline geçiyor ve kahramanlarımız,
öykünün sonunda yine elleri boş, atlarını engin ufuklara doğru sürüyorlardı.
Bir diğerinde
ise, bir kızılderili ile bir beyazın mahsulü olan, çok maharetli bir melez
kahraman, kızılderililer tarafından kaçırıldıktan sonra kurtarılan ama reisin
oğlundan olan çocuğuna kavuşmak için devamlı yeniden evinden kaçan evli bir
kadına yardım ediyor ve neticede bölgede devamlı çatışan askerler ve
kızılderililer arasında barış yapılmasını sağlıyordu. Genç kadının, upuzun sarı
saçlı, yeşil gözlü bir western güzeli
olduğunu söylemeye gerek yok tabii. Bu
filmde Robert Taylor da bir maden sahibini oynuyordu, ismini hatırlayan
kaldıysa eğer.
Aklımızda yer
etmiş, hiç unutamadığımız nice western vardır. “Birkaç Dolar İçin” örneğin,
Clint Eastwood ve Lee van Cliff’in kahramanlarına hayat verdiği. Veya “İyi Kötü
Çirkin” yine Clint Eastwood ve Eli Wallach’tan.
Ja da Charles Bronson, Henry Fonda, Claudia Cardinale’nin karakterlerini
yarattığı “Bana Ölüm Şarkısını Çal” . Veya Marilyn Monroe ve Robert Mitchum’un
“Dönüşü Olmayan Nehir” filmi. Ya da
Robert Redford ve Paul Newman’dan “Sonsuz Ölüm”.
Liste uzar gider.
Benim için unutulmayanlar arasında yer almış olanlardan biri de, Burt Lancaster
ile Audrey Hepburn’un oynadıkları “Affedilmeyen” dir. Yıllar yılı kızkardeşi olarak bildiği genç
kızın, aslında kızılderililerden kaçırılmış bir kız olduğunu, kızılderililerin
onu almaya gelmeleri üzerine anlayan genç adam, onu korumak için silahlı
çatışmaya girer ve o arada ikisi aslında birbirlerine aşık olduklarını
farkederler.
Kahraman
kovboylar, pervasız kötü adamlar, durmadan patlayan silahlar, iki tarafa da
açılan “saloon” kapıları, ateş altında piyano çalmaya devam eden müzisyenler;
uzun kabarık etekleri, uzun saçları, muhteşem dekolteleri ile “saloon” güzelleri, sürekli viski içip kumar
oynayarak kavga çıkaran “saloon” sakinleri, ortalık karışınca tezgahın ardında
kaybolan meyhaneciler, upuzun tozlu bir caddenin iki tarafında sıralanmış derma
çatma binalarıyla batı kasabaları,
durmadan kızılderililerin saldırısına uğrayan atlı araba konvoyları;
upuzun isimleri, ellerinde balta ve tüfekleri, tüylü başlıkları ve vahşi
çığlıkları ile kızılderililer,
kızılderili avındaki askeri birlikler ve arka fonda her sahneye uygun
biçimde hızlanıp yavaşlayan kendine has müzikleri. Göğüslerinde parlayan
yıldızlarıyla devamlı haydut kovalayan kahraman şerifleri de unutmamak gerek
tabii. Kimi zaman, iki kovboyun, ya da
kanunsuz biriyle onun peşindeki kanun adamının kıyasıya mücadelesi sırasında
heyecandan nefessiz kalır; kimi zaman kızılderililerle beyazların arasındaki
bitmez çatışmalarda onlarla at koşturur insan.
Hem komedidir, hem dramdır, hem macera, hem aksiyon, hem aşk filmidir
western, bazen psikolojik janra el atar,
bazen de toplumsal eleştrisini serer
gözler önüne. Yapıldığı zamana da bağlı tabii ki.
Birçok ismi de
kazımıştır belleklerimize; Gary Cooper,
James Garner, Steve Mc Queen, Alan Ladd, Audie Murphy, James Steward, Gene
Hackman, Lee Marvin, Richard Widmark, Van Heflin , Yul Brynner ve daha birçokları
gibi.
Artık pek
yapılmıyor western, ya da eski tarzda pek yapılmıyor. Günümüzün kovboyları, ya
da kovboy filmleri de değişti zamana uyup. Şimdilerdeki kovboylar ya zayıf ve artık
yaşlanmış tipler oluyor, ya da 2005 de çevrilen “Brokeback Mountain” daki gibi eşcinsel. Bu da vahşi batının şimdiye kadar
irdelenmemiş bir yönü. Belki de sonuçta, kovboylara ve vahşi batı üzerine
söylenecek pek yeni birşey kalmadı artık.
Yine de; değerlerin erozyona, kavramların kargaşaya
uğradığı günümüzde; herşeyin siyah beyaz bir dille anlatıldığı nostaljik bir
western seyretmek iyi geliyor insana.
Aklımızda
bulunsun.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen