İNTERMEZZO
Herşey geçiştir. Herşey geçicidir. Yaşamın melodileri ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Yaşam bazen bağlantılarda gizlidir.
Seiten
Donnerstag, 18. August 2011
Okur'a Mektuplar - 2
İşte yine klavye başındayım. Yine seninle konuşma isteği var içimde çünkü. Konuşacak ne çok şey var aslında.
Neler geçmişti aklımdan bugün sevgili okur? Yaşadığım, gezip gördüğüm yerlerden söz etmek istemiştim. İnsanoğlu denen şu varlığın, yüzyıllar boyu yaşam sürdürdüğü yerlerde inşa ettiği, kendisinden sonra gelenlere miras bıraktığı görülesi yapılardan, doğa dediğimiz şu muhteşem olgunun harikalarından bahsetmek istemiştim.
Evet, yaşam çabası birçoklarımız için neredeyse tüm zamanımızı alan bir uğraş. Ama buna rağmen ben her insanın, şu yaşlı yerküre üzerinde kültür ve sanat adına, doğa güzellikleri adına ne varsa, hepsini tanımaya, hepsinden nasibini almaya hakkı olduğuna inanıyorum. Çünkü yaşamımızı güzelleştiren, zenginleştiren şeylerdir onlar. Ve istisnasız her insan, insan ruhunu yücelten, insana insan olduğunu hissettiren bu değerlerden mahrum kalmamalı.
İçinden geçtiğimiz günler yine çeşitli sorunlarla dopdolu. Dünyanın çeşitli bölgelerinde siyasi, ekonomik, etnik güçlükler, insanların şu üç günlük dünya yaşamından keyif almasını olabildiğince engelliyor. Keyif almayı bir yana bıraktık, insanca yaşama koşullarını ortadan kaldırıyor. Ölümüne açlığın hüküm sürdüğü Somali’de, despotlar tarafından yönetilen ülkelerde özgürlük ve çağdaşlık için uğraş veren halklar içinde, etnik anlaşmazlıkların canlar aldığı bölgelerde kültür ve sanattan, doğa güzelliklerinden söz etmek zor.
Öte yandan, ekonomik kriz, başta en kabadayı devletler olmak üzere, tüm dünyayı tehdit etmeye devam ediyor. Ortada dolaşan söylentilerden birşey anlamayan sokaktaki adam ise, dünyanın her yerinde, cüzdanındaki parayı hesabetmekle meşgul. Bugün Dolar düşüyor, yarın Euro yerlerde sürünüyor, altın gitgide değer kazanıyor. Avrupa ülkelerinde yeni bir turizm doğuyor, İsviçre’liler, Euro karşısında iyice değer kazanmış olan İsviçre Frangı yüzünden, Euro sınırları içinde alışveriş yapmak üzere günübirlik akın akın AB ülkelerine gidiyorlar.
Ama herşeye rağmen yaşam devam ediyor, futbol turnuvaları olanca hızıyla sürüyor, uluslararası sosyete yeni sezonda bilmem hangi kumsalda yeni sevgilileriyle magazin sayfalarına konu oluyorlar.
Alp dağlarını ve vadilerini hiç gördün mü sevgili okur?
Haydi gel, seni iç karartıcı gündemin athapot kollarından kısa bir an için kurtarıp, başka bir dünyaya götüreyim istersen.
Yemyeşil çam ormanlarının içinden kıvrıla kıvrıla yükselen dağ yollarını getir gözünün önüne. İki otomobilin yanyana geçebilmesi için, birinin bu iş için özel olarak yapılmış yol girintisine sıkışarak diğerine yol vermek zorunda olduğu daracık dağ yolları. Birbiri ardına sıralanan virajlarda, ışıkla ve kornayla işaret vererek yol alma zorunluğu. Sağ tarafın dağın yamacı ise, sol tarafın dibi görünmeyen yeşil bir uçurum. Yeşil, çünkü her yer çam. Yol kenarındaki sağlam korkuluklar, midene saplanıveren sancıya engel değil. Ve bir sonraki dönemeçte bindiğin aracın tekerlekleri yanında açılıveren boşlukta, aşağıda serili şehir ve kasabaların uçaktan görünüşü andıran manzarası. Otobanlar dar şeritler gibi, üzerinde seyir halinde bulunan vasıtalar karıncalar misali. Başının üzerinde ise hiçbiri 4000 metrenin altında olmayan muhteşem dağların dondurma gibi parlayan her mevsim bembeyaz karla kaplı zirveleri. Sağ ve solundaki yamaçlara, oyuncak gibi gözüken tüm evleri ve kiliseleri ile yapıştırılmış gibi duran dağ köyleri.
Bu köylerden birine girdiğinde, zamanın seneler önce durmuş olduğunu sanman. Evler 200 yıl kadar önce yapıldığı zamanki gibi, simsiyah tahtaları, küçücük pencereleri, bu pencerelerden ve daracık balkonlarından sarkan binbir renkli çiçekleri, balkonlardan uzatılan ellerin birbirine değeceği darlıktaki yokuşları ile, her köşesinden her an Pamuk Prenses ile yedi cücelerin çıkıvereceğini düşündürtecek kadar masalsı. Ancak ayni tarzdaki köy kahvelerinden birine girip de, tertemiz örtülerle kaplı rahat bir masada, bol kremalı ve çukulatalı capucino’nu ya da, buz gibi beyaz biranı yudumladığında, yaşadığın zamanda olduğunu kavraman tekrardan.
Oturduğun kahvenin terasının tam karşısında yer alan dağ silsilesinin, gökyüzüyle içiçe geçmiş görüntüsünün, seni yine bu dünyadan havalandırıp başka alemlere götürmesi. Baktıkça „ebediyet“ sözünün ne anlama geldiğini neredeyse kavrayacak hale gelmen.
Gözlerini, yemyeşil vadilerle başlayıp, ağaç sınırında granit rengini alan, daha yukarılarda ise beyazlara bürünerek bulutlara karışan enginliklerde gezdirmen.
Yanılma, insansız değil buraları. Bütün bu dağ yolları, bu köyler, dünyanın çeşitli yerlerinden gelenlerle dolu. Oturduğun kahvede yandaki masadan Japonca, Çince, Arapça, İspanyolca duyman olağan. İngilizce, Almanca, Fransızca ya da İtalyancayı saymıyoruz, bunlar zaten bu çevrelerin dilleri.
Saatler sonra ayni kıvrıntılı yollardan tekrar vadilere indiğinde, yüreğinde çarpıntı, başında tatlı bir dönme olması da olağan. Yükseklik farkı bir kere, sonra da dağ havasıdır insanı çarpan.
Yüzlerce metre yükseklikten dökülen çağlayanları, zirvelerdeki gölleri, kilometreler uzunluğundaki buzulları, binlerce metre yükseklikteki buz gibi dereleri anlatmadık daha. Dağcıları, kayakçıları filan da. Ama biz tek yazıya sığmaz ki Alp dağları.
Onlar da başka seferlere.
Hoşçakal şimdilik.
Abonnieren
Kommentare zum Post (Atom)
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen