İNTERMEZZO

Herşey geçiştir. Herşey geçicidir. Yaşamın melodileri ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Yaşam bazen bağlantılarda gizlidir.

Sonntag, 11. September 2011

Uyarlamak, Uymak ve Kuzey Güney


TV- Dizileri neden var?


Romanlar, öyküler, gazete tefrikaları neden var idiyseler ve neden hala var iseler, o yüzden.


Sinema filmleri, tiyatro neden var ise, o yüzden.


Daha eski zamanlarda, meddahlar, daha geniş alırsak saz şairleri, Avrupa ülkelerinde bir müzik aleti eşliğinde benzer öyküler dile getiren Baenkelsaenger neden var idiyseler, o yüzden.


Kısacası, insanların; başka insanların hikayelerine, başlarından geçenlere olan merakı yüzünden. Onları anlatan her hangi bir biçime gösterdikleri ilgi yüzünden. Sıkı sıkıya örgülü oldukları kendi yaşam öykülerinden bir an için kendilerini kurtararak, başka öyküleri dinlemek, belki de bununla kendi sorunlarını, sıkıntılarını veya kendi yaşamlarının tekdüzeliğini veya stresini unutmak istedikleri için. Başka yaşamlardaki başka anlayışları öğrenmek, ister istemez mukayeseler yapmak, belki beğenmek, özenmek, kendi yaşamlarına aktarmaya çalışmak; belki de sonuçta kendi yaşamlarını daha fazla takdir edip, yeni bir hevesle ona sarılmak istediklerinden.


İnsanlar ancak topluluk içinde yaşayabilen varlıklar. Ve her zaman içinde yaşadıkları toplulukla alış veriş içindeler. Zaman zaman yalnızlığı özleselerde, tamamen yalnız yaşamak için yaratılmamışlar. İçinde yaşadıkları toplumla olan alış-verişleri bazen olumlu, bazen de olumsuz. Bazen hoşnutlar bu durumdan, bazen de kavgalılar onunla.


Hoşnut olmaları halinde de, hep bir “uyarlama” yaparlar. Yani toplumda görüp beğendikleri hususları, kendi yaşamlarına uygularlar.


Hepimiz yaparız bunu, ya okuduğumuz bir yazıdan bazı şeyler devşiririz hayatımıza, ya televizyonda, filmlerde gördüklerimizden veya gündelik yaşamımızda karşılaştığımız insanların özelliklerinden.


Moda”, “trend” denen şeyler hep bu “uyarlama” mekanizmasının işlemesiyle hayattta kalırlar. Yalnız giyim kuşamın değil, herşeyin modası, trendi vardır. Yemenin, içmenin, kullanılan taşıt araçlarının, lisanın, gidilecek mekanların, vesaire vesaire.


Şimdilerin tabiriyle “in” veya “out” olmak da bu mekanizmanın ifadesidir.


“Uyarlamak” herkes için ayni ölçüde olmaz tabii. Bu eğilime direnenler, her şeyde daha özgün, daha kendisine has bir tarz gösterebilirler. Hatta bazıları bu işi o kadar ileri götürür ki, toplum içinde hep bir “münzevi” veya “acaip” muamelesi görürler. Herkesin yaptığını yapmaz, herkesin giydiğini giymez, inatla özgünliklerini muhafaza ederler.


Bazıları da kaptırır gider kendisini “uyarlama” işine.


Herşeyi uyarlamak mümkündür tabii. Belli bir ölçüde uyarlama olmadan yaşamak zordur toplum içinde. Ama bazı şeylerin de özgün olması ve kalması gerekir.


Örneğin sanat eserleri. Sanatçılar birbirini taklit ederlerse, yenisini yaratmak yerine, birbirlerinin eserlerini uyarlarlarsa, ortada sanat adına birbirinin ayni yapıtlar kalır sadece. O zaman da sanat denen olgu, kendini tekrarlar, yerinde sayar ve durma noktasına gelip kendi kendisini bitirir. Yaratıcılık ve özgünlük, sanatın şah damarıdır. Yani yeni şeyler yaratmak ve yaratılan şeylerin kendine has olması, önceden yapılmış benzerinin olmaması.


Sinema, TV- Öyküleri (yani diziler), roman ve hikaye’nin, sanat dediğimiz olgunun belli dalları olduğunu söylemeye herhalde gerek yok.


TV 1926 da İngiltere’de, İskoçyalı John Logie Baird tarafından icad edilmiş. İlk TV-dizisinin hangi dizi olduğunu, yani bu alanda yapılmış ilk dizi filminin ne olduğunu araştırdığımızda, 1932 senesinde bir kayıda rastlıyoruz. Beyaz cam üzerinden ilk defa bu tarz bir dizi, Amerika’da, Columbia Broadkasting Station adlı kanal tarafından 15 Ağustos’tan 12 Aralık 1932’ye kadar olmak üzere “ The Wide Word Review” ismiyle yayımlanmış.


Ondan sonra da zamanla TV-dizileri bir orman yangını gibi tüm dünyayı sarmışlar.


Bir ülkede tutulan bir dizi, hemen diğer ülkelerin TV şirketleri tarafından kapışılmış, tercüme edilmiş ve kendi seyircisine sunulmuş. Dizi ihracatında başı çeken ülke ABD olmalı, bu konuda yapılmış bir istatistiğe rastlanmıyor.


Türkiye’de de, bir dizinin tercüme edilip, orjinali seyirciye gösterildikten sonra, bir de yerli “uyarlama”sı yapılıyor.


Bunun son örnekleri de Kuzey Güney ( Yoksul ve Zengin uyarlaması) ve Umutsuz Ev Kadınları (Desperate Housewives uyarlaması) dizileri.


Üstelik TV şirketleri, bunları hiç de saklayıp gizlemeden, bir sanat eserinin kopya edilmesi son derecede normal bir şeymişcesine, “Umutsuz Ev Kadınları”nda olduğu gibi, ismini de aynen tercüme ederek, yayım öncesi haftalarca reklamını yaparak topluma sunuyorlar.


Toplumdan herhangi bir itiraz sesi yükseliyor mu? “Biz bunun orjinalini gördük, neden şimdi de yerli versiyonunu seyredelim? Bize yeni bir şey yaratın. ” diyen var mı?


Yaşamın tüm alanlarında “uyarlama”ya tamamen uymuş, giyimden yiyeceğe, yaşam biçiminden düşünce tarzına kadar, önüne konanı alıp üzerine geçirmeye alışmış olanlardan bir itiraz beklenebilir mi?


“Uyarlama”nın , ayni dünyada yaşayan mahluklar arasında, belli bir oranda kaçınılmaz bir şey olduğu, ama kendine ait, kişiliğine ait olanlardan taviz vermemeye çalışmanın da, kişinin onur savaşı olduğuna dair bir fikri bulunmayanlardan böyle bir çıkış umulabilir mi?


Arada bir iki çatlak ses çıkar belki sonuçta.


“Yapmayın” “Etmeyin” “ Öykü mü yok, etrafınıza bakın, yeni şeyler yazın, kendi yazdıklarınızı filme çekin.” diyenler olur sağda solda.


Ama bir zaman sonra o da geçer ve herkes “uyarlama” lara en iyi biçimde uyum sağlamış şekilde, her hafta beyaz ekranın başına yerleşir, daha önce de ayni şeyleri seyrettiğini bile bile, önüne konan temcit pilavının keyfini çıkardığını zanneder.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen