İNTERMEZZO

Herşey geçiştir. Herşey geçicidir. Yaşamın melodileri ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Yaşam bazen bağlantılarda gizlidir.

Freitag, 19. März 2010

Gurbet Öyküleri -1/ Ziynet Hanım’ın Emansipasyonu



Yemyeşil gözleri vardı.

Simsiyah gür saçları.

Kahverengiye çalan yanık teniyle tezat, bembeyaz dişleri.

Güldüğünde, sisli puslu bir gökyüzünde aniden güneş açmış etkisini bırakıyordu insanın üzerinde.


Karşınızda durup sizinle konuştuğu zaman, hemen kastanyetlerini takıp baştan çıkarıcı bir flamengoya başlayacağını, ya da üzerindeki elbisenin bir yerinden bir tef çıkarıp kıvrıla kıvrıla dansedeceğini düşünüyordunuz. Kuzgun renkli uzun saçlarından görünmeyen kıpkırmızı karanfiller sarkıyordu sanki. Güzeldi, canlar yakacak kadar güzel ve dokunmaya kıyamıyacak kadar genç.

Ama onunla ilk karşılaşmamda, beyaz yastığın üzerinde serilmiş siyah saçları, soluk dudakları, endişeli bakışları ile beyaz örtüler içinde yatıyordu, yüzünde güneş açtıran gülüşünden çok uzaklarda.

Karnında, kocaman bir yara izini saklayan sargılar, koluna takılı serum şişesiyle.

Kocası bıçaklamıştı onu.

Uzundu öyküsü Ziynet hanımın. Uzun, karışık, acılarla dolu ama bir o kadar da ilginç.

Bu öykü, Anadolu’nun bir köyünde başlamıştı. Bu köyde, çok çocuklu bir ailenin kızlarından biri olarak hayata başlayan Ziynet, adet olduğu üzere henüz çok küçücükken evlendirilmişti. Evlendiğinin senesinde canından çok sevdiği oğlunu kucağına almış ve henüz oğulcuğu minicik bir bebekken, ne yazık ki evlendirildiği adamı azraile kaptırmıştı.

Ne yapılır böyle bir durumda? Genç dul en kısa zamanda başka bir taliple evlendirilir tabii ki. Bu küçücük çocuklu gencecik dula da, ayni köyden kendinden hayli yaşlı bir adam talip olmuştu. Galiba onbeş yirmi yaş vardı aralarında. Ama kaderin yeni bir cilvesi olarak genç dulun bu talibi, Avrupa’da çalışan ve köye izne gelmiş bir gurbetçiydi.

Yapacak birşey yok. Gencecik dul Ziynet, kendinden çok daha yaşlı bu gurbetçiyle evlendirilip, bebeğiyle birlikte Avrupa’nın yolunu tutmuştu neticede.

Gel gör ki, yaşlı gurbetçinin, çok seneler önce gelip yerleştiği bu Avrupa ülkesinde, ayrıldığı ilk karısından olma ve bir kısmı çoktan yetişkin hale gelmiş çok sayıda kızları ve oğulları vardı ve onlarla birlikte oturuyordu. Bu kızlar, bu oğullar eve yeni gelen üvey anneyi hiç sevmediler. Ziynet bu evde ilk günden itibaren itilip kakıldı. Küçücük bebeği olduğu halde, evin tüm işleri onun üzerine yıkıldı. Ziynetçik, yol bilmez, iz bilmez, dil bilmez, yabancı bir ülkede nereye gitsin, kimden yardım istesin? Herşeye katlandı. Sabahın köründen gecenin geç saatlerine kadar ırgat gibi çalışıp evin tüm işlerini yetiştirmeye, bunun yanı sıra kocası olacak müstebitin emirlerini yerine getirmeye ve küçücük bebesini büyütmeye uğraştı senelerce. Sadece çalışmak olsa iyi. Evin kızlarının ve oğullarının onu aşağılamalarına, hizmetçi gibi kullanmalarına, onu durmadan babalarına şikayet etmelerine ve bunun neticesinde kocasından hemen her gün yediği dayaklara göğüs gerdi. Kendini unuttu, herşeyden önce oğulcuğunu korumaya, onu hiç değilse belli bir yaşa getirmeye uğraştı.

Uzun ve acılarla dolu senelerden sonra nihayet oğlu okul çağına geldi.

Ziynet hiç okul, kitap vesaire görmemiş olduğu, okur yazarlığı bulunmadığı halde, çok değerli başka bir şeye sahipti: Zekaya! Uzun yıllar adeta hep evde kapalı yaşadığı halde, geldiği ülkenin nasıl bir yer olduğunu, burada ne gibi olanaklar bulunduğunu yavaş yavaş kavramıştı. İnsanı insana köle etmenin, kendisinin evde yaşadığı cinsten şeylerin bu ülkede kabul görmediğini farketmişti.

Ve Ziynet, oğulcuğu okula başladıktan sonra, zincirlerinden kendisini kurtaran yağız bir kısrak gibi yavaş yavaş şahlanmaya, onu köle gibi kullananlara karşı ayaklanmaya başladı.

Yüzünün gözünün morluklar içinde kaldığı bir günde, oturdukları semtteki polis karakoluna attı kendisini. Kocası tutuklandı. Aile içinde kıyamet koptu. Sonra, o an başka çaresi olmadığından kocasıyla barışıp tekrar eve döndü.

Başka bir günde yine evdeki dayaktan kaçıp “Kadın Evi” ne sığındı. Kocası küplere bindi. Kadın evini basmaya kalktığından, Ziynet yetkililerce başka bir yere nakledildi. Uzun pazarlıklar sonucu haftalar sonra tekrar eve döndü. Gidecek başka yeri yoktu, bir mesleği, ona arka çıkacak bir akrabası da. Evden ayrılırsa, tek başına gurbet ellerde, küçük oğluyla yaşam kavgası verecek gücü henüz göremiyordu kendinde.

Ama artık kendisine yapılanlara her seferinde karşılık vermeye başlamıştı. Semtin polisleri artık evlerini ve evde oturanları tanır hale gelmişlerdi, Ziynet’in şikayetleri yüzünden hemen her hafta kapılarını çalıyorlardı. Evde kavga gürültü ve polis ziyaretleri eksik olmuyordu. Yalnız kocasından değil, adamın büyük oğullarından da dayak yiyordu. Kocası ve oğulları Ziynet’in baş kaldırmasını hazmedemiyor, oğullar ve kızlar hep birlikte Ziymet’e yükleniyorlar ve Ziynet her seferinde polise, “Kadın Ev”ine, sosyal yardımcılara koşuyordu. Durumdan mahalle sakinleri de şikayetçi olmaya başlamıştı. Ama Ziynet yılmıyor, dayaklara, baskılara, kötü muameleye artık boyun eğmiyordu.

İşte yine böyle bir dayak atma ve baş kaldırma olayı esnasında olanlar olmuş ve kocası mutfaktan kaptığı bıçağı Ziynet’in karnına saplayıvermişti. Ağır yaralanan Ziynet, ancak doktorların hummalı gayretiyle ölümün eşiğinden geri dönebildi.

Ve işte benim de Ziynet hanımla yollarımız bu aşamada kesişti. Meslek icabı o hastahane odasında ve bu olayın içinde bulunan benimle, daha ilk anda vahşi güzelliğine, haklı isyanına ve esaret tanımayan cesaretine hayran kaldığım bu gencecik Anadolu kadınının yolu.

Uzun dava sonucunda kocası cinayete teşebbüsten mahkum oldu. Ziynet iyileşti ve boşanma davası açtı. Kendisine yardım eden sosyal kuruluşların desteğiyle başka bir semte taşındı, kocasının ailesiyle tüm ilişkisini kesti. Sonra çeşitli işlerde çalışmaya başladı, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrendi, yaşamasına yetecek kadar yabancı dil bile konuşmaya başladı, oğlu büyüdü ve aradan seneler geçti. Cezası biten ayrıldığı kocası, hapisten çıktığında Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Ziynet ise artık geldiği ülkenin koşullarına alışmıştı, geri dönmek söz konusu değildi onun için.

Geçenlerde onu son gördüğümde, yanık teni, simsiyah saçları, ışıltılı tebessümü, artık gencecik olmadığı halde yerinde kalmış güzelliği ve olgunlaşmış ifadesi ile, istasyon meydanında torununun arabasını itiyordu. Yanında oğlu ve geliniyle birlikte, güneşin ısıttığı ağaçlıklı yolda hep birlikte keyifle geziniyorlardı.

Beni görünce yanıma gelip her zamanki gibi hararetle selamladı. Kocasından ve onun ailesinden haber alıp almadığını sordum. Kara bir gölge geçti yeşil gözlerinden bir an. Yeni aldığı bir habere göre, vefat etmişti eski kocası. Çok yaşlanmıştı zaten diye ilave etti. Sonraki cümlesinde, yüzü tekrar mühtehzi bir gülüşle aydınlanmıştı. Eski kocası, memlekete döndükten sonra evlendiği yeni genç karısının kollarında göçmüştü bu alemden. Ziynetin acı gülüşünde, kendinden sonra bu adamla evlenmiş olan başka bir gencecik kadına duyduğu acımayı apaçık görmek mümkündü.

Bana, arabasında gülücükler atan torununu gösterdiğinde ise, yüz ifadesinde belli bir gururun izlerini okudum.

Zor bir yolu geçmeyi başarmış bir insanın, haklı gururunun.


Not: Olay gerçektir ve isim tarafımdan değiştirilmiştir.

6 Kommentare:

  1. Zühal Hanım
    Bir öykü dergisi ( kitap formatında olacak ) hazırlanıyormuş.
    Oraya öykü yollar mısınız?
    http://www.yitikulke.com/

    AntwortenLöschen
  2. Merhaba Hasan bey, neden olmasın? Referans siz olduktan sonra. İlginize ve ziyaretinize çok teşekkür ederim. Bu arada sizi kaybettim. En son Opera'da yazdığınızı biliyorum ama bulamıyorum. Bana linkinizi ulaştırabilir misiniz? Selam ve sevgilerimle.

    AntwortenLöschen
  3. Zühal Hanım
    Her zamanki gibi kendime yeni bir sayfa daha açtım:)
    www.gayrimesgul.com
    yeni yerimdir efendim, beklerim :)

    AntwortenLöschen
  4. Teşekkürler Hasan bey, hemen ziyaret ettim. Her zamanki gibi çok güzel:) Takibe de aldım:) Tebdili mekanda ferahlık vardır:) Selam ve sevgilerimle.

    AntwortenLöschen
  5. Bir solukta okudum. Annemi hatırladım, gözlerimin yaşını sildim. Gecenin bu saatinde, benim, kaybedilmiş bir yanımı anlatmışsınız.
    Zaten öyküler hep gerçektir de, bazan onun gerçekliğini gizlediğimiz olmuştur.
    Gönlünüze sağlık.
    Sevgiler.

    AntwortenLöschen
  6. Ramazan bey, duygulandırdınız beni. Başka bir insanın yüreğine dokunabilmek çok ayrıcalıklı bir durum. Bana bunu hissettirdiğiniz için teşekkür ederim. Haklısınız, öykülerimize gerçekler hep bir şekilde yol bulur. Selam ve sevgilerimle.

    AntwortenLöschen