İNTERMEZZO

Herşey geçiştir. Herşey geçicidir. Yaşamın melodileri ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Yaşam bazen bağlantılarda gizlidir.

Sonntag, 14. November 2010

Şurdan Burdan (Kedi, Türkan, Fatmagül, Hanefi Avcı ve Obama)



Başlığı bilerek böyle attım.

Bu yazı bir sohbet yazısı olacak. Sohbet yazısına da, konuşma dili yaraşır elbet.

Yazmaya bu kadar zaman ara verdikten sonra, ne kadar çok konu birikmiş olduğunu görüyor insan, arada kaçırdıklarımız da cabası. İlgiye değer her konu hakkında bir yazı çıkarmaya, hem yer hem zaman açısından olanak olmadığına göre, bazılarına kısa kısa değinerek geçeceğiz.

Kedilendim Yine

Sayfamı takibedenler, kedi dostu olduğumu ve bu senenin başında beraberimdeki son kedimi kaybetmiş olduğumu anımsayacaklardır. Ondokuz yıldır bana yarenlik etmiş olan o küçük sevgilinin ardından, nasıl üzüntüye garkolduğumu da.

Yaşlı kedimin artık iyi edilemeyecek hastalığının son günlerinde, onun yavaş yavaş ebediyete kayması karşısındaki çaresizliğim içinde, veterinerimize adeta haykırarak, artık hayvan beslemiyeceğimi söylediğimi hatırlıyorum. Tecrübeli veteriner bilgiç bir gülümseme ile karşılamıştı bu feryadımı. “Hayvanseverler hayvanlarını kaybettiklerinde böyle derler ama bir zaman sonra yine genç bir hayvanla gelirler karşıma.” demişti bana. Öyle de oldu. Sekiz ay dayanabildim kedisizliğe ve iki ay önce de yeni kedilerimi aramaya başlamıştım bile. Tüm hayatımı kedilerle geçirdiğimden, biliyordum içten içe aslında, kedisiz yaşayamıyacağımı.

Bizim buralarda hayvan edinmenin belli yolları vardır. Sokağın birinden karşınıza sahipsiz bir yavru çıkması olanaksız olduğundan- çünkü sokak hayvanları yoktur-, ya civardaki çiftliklerde, ya hayvan derneklerinde veya kedi ve köpek yetiştiricilerinde aramanız gerekir. Yaşamımızın her alanına girmiş olan elektronik kolaylıklar, bu konuya da el atmış olduğundan, kedi köpek yetiştiricileri de artık İnternet üzerinden bulunuyorlar.

İnternet üzerinden kedi aramaya başladığımda, beğendiğim bütün yavruları birilerinin benden önce davranarak aldıklarını gördüm. Bu piyasada yeni olduğumdan, işlerin nasıl yürüdüğünü anlamam biraz vakit aldı. Birkaç zaman sonra farkettim ki, kedi ilanlarının yer aldığı sayfaların başında nöbet tutmak gerekli. Düşündüğünüz türde bir kedi ilanı sayfaya düşer düşmez de, derhal üstüne atlamak lazım. Ondan sonrasında, şayet yetiştirici sizi sempatik ve uygun bulmuşsa, verilen randevuya koşarak kedileri görmek gerekiyor. Sonrasında beğendiğiniz kedileri ayırttırabilirsiniz, 12 haftadan küçükler henüz annelerinden ayrılmadıklarından beklemek gerekli. Bazen de size söz verildiği halde, kedi yavruları yine de daha uygun görülen başkalarına da verilebiliyor. İşte bu minval üzere, ilan kovalamak, cevaplamak, beklemek, gitmek görmek, ayırtmak, tam olacakken olmamak filan derken haftalar geçti. Tam sonuçta istediğim gibi bir yavru bulmuştum ki, bu sefer de yetiştiricisinin aşılara karşı olan tutumundan dolayı, henüz aşılanmamış olan yavru hastalanıverdi. Bir ay süreyle de bu hastalığı iyileştirmekle uğraştık. Eee, bir yavru tek başına olmaz tabii, ona bir de arkadaş gerek. Tekrar aramalar, araya giren haftalar.

Veee, mutlu son!! Şu anda ayaklarımın arasında biri siyah ve bej renklerin enfes bir karışımı, diğeri beyaz uzun tüylü ve mavi gözlü olmak üzere, iki dünya tatlısı koşup oynamaktalar.

Bu arada en güzel ve sevimli kedilerin, çeşitli cinslerin birleşmesinden doğan kırmalar olduğunu da öğrenmiş oldum. Kedi yetiştiricileri son zamanlarda yeni bir trend olarak, cins kedilerle ev kedilerini birleştirip, daha sağlıklı nesiller üretiyorlar. Bu şekilde cins hayvanlarda ortaya çıkan üretim bozukluklarının da önüne geçebiliyorlar.

Şu anda bu iki güzeli evin düzenine alıştırıp eğitmekle meşgulüm. Kedi sahipleri bilirler, onları da belli bir oranda eğitmek mümkündür, tabii ki sabırla ve sevgiyle.

Bu arada bir kaç haftadır da dilime, aklıma nerden çıktıysa geliveren bir deyiş dolandı: “Yaşam doğurgandır!” Bir yazı yazılabilir bunun üzerine aslında, ama şu kadarla yetineyim şimdilik: Yaşamda kederlerin ardından yeni güneşlerin doğabileceği savı doğru. Birşeyler bitse bile, yeni birşeylerin başlamasının mümkün olduğu da. Yaşamda umut tükenmiyor.

Eh, ben erdim muradıma, siz de kerevetine çıkın artık.

Kanal-D Perşembesi

“Binbir Gece” dizisini, bitmesine yakın bir yerde sabrım yırtılıp ikiye ayrıldığından bırakmış ve ondan sonra da başka hiçbir Türk dizisini takibetmemiştim. Bu sene Türkiye’de geçirdiğim aylarda, “Ezel” gibi bazı dizilerin bir iki bölümüne göz atmış, ama bitmez tükenmez mafyavari tiradlardan, çek uzasın bitmeyen dram unsurlarından, yaşlı gözlerden, yapay entrikalardan ve ağır anlatımlardan içime fenalık geldiğinden, izlemekten çabucak vazgeçmiştim.

Son haftalarda ise yeniden bir iki diziye takılmış durumdayım: İlki: “Türkan”. Konusu, ülkenin yetiştirdiği ender kişiliklerden biri olan Türkan Saylan’ın yaşamı. Şu anda Saylan’ın doktorluk eğitiminin başlangıçlarının anlatıldığı ve bu anlamda altmışlı seneleri geri getirmekte olan dizi, oyuncularından dekorlarına, kostümlerinden diline kadar, zevkle seyredilebilen bir yapıt. Sahneler sade, gereksiz uzatmalar yok, gerçek bir yaşamı aktardığından yapay eğip bükmelerden uzak, duygular izleyiciye yalın bir biçimde ve tam dozunda ulaştırılmakta. Saylan’ı canlandıran genç aktrist Pınar Öğün başta olmak üzere, dizinin tüm oyuncuları rollerinin gereğini hakkıyla yerine getiriyorlar, hepsi çok iyi. Saylan’ın annesini oynayan Nesrin Kazankaya’nın , o devrin saygın ve dirayetli ev kadınını canlandırmaktaki başarısı da yabana atılamaz. “Türkan”, akıcı bir dizi dili ve çağdaş bir çekim izlemek isteyen herkese tavsiye edilir.

Kanal-D’nin Perşembe güzelliklerinden biri de “Fatmagül”. Dizi her ne kadar “para kudretiyle herşeyi yapabilen zengin iş adamları ve hakkı yenen halk tabakası” klasiği üzerine kurulmuşsa da, anlaşılan bu konu toplumun gerçek bir yarası olduğundan, hikayeyi gereksiz uzatmadığı ve anlatımı ağdalılaştırmadığı sürece, keyifle izlenebilir bir yapım. “Yaşaranlar” klanındaki çekişmeler ve karşılıklı entrikalar, tecavüze katılanlardan “Vural”ın, tecavüzcülerin ittifakında vücuda getirdiği çatlak ve bundan doğan gerilim, dizinin heyecanını ayakta tutan unsurlar. İzleyici, Fatmagül ve Kerim arasında doğabilecek muhtemel bir aşkın beklentisi içinde. Birçok dizi veya hikayede olduğu gibi, burada da başrol oyuncularının şovunu çalan bir karakter var: Mukaddes! Esra Dermancıoğlu’nun başarıyla canlandırdığı; çıkarcı, kurnaz, her durumdan ustalıkla sıyrılmasını bilen kenar mahalle dilberi Mukaddes, tavırları, yaptıkları ve yapacaklarını ele veren potansiyeli ile izleyicinin dikkatini üzerinde toplamasını iyi biliyor. “Aşk-ı Memnu” nun “Bihter”ine ise, bu dizide fazla bir iş düşmüyor. Bakalım dizinin ilerleyen bölümlerinde, hikayenin “mağdur”u olmaktan başka özellikler de gösterecek mi?

Bir Kitap Okudum Hayatım Değişmedi


Hanefi Avcı’nın “Simonlar” ını yarılamış durumdayım. Henüz birşey söylemek için erken belki ama, şu ana kadar bu kitabın ortalığı neden bu kadar karıştırdığını anlamış değilim. Hele bu kitap yüzünden bu kişinin tutuklanmış olabileceğini aklım hiç almıyor. Avcı bu kitabında, meslek hayatında yaşadıklarını, sade bir dille ortaya döküyor. Bir çeşit anı kitabı yani. Herşeyi anlatıyor mu, bilinmez. Ama anlattıklarının devlet sırları olmadığını düşünüyorum. Evet bazı isimlerden söz ediyor, kendisinin de içinde olduğu, PKK ile yapılan mücadeleden bölümler anlatıyor, yer yer yapılan hatalardan, devlet kadrolarının bilgi donanımsızlığından filan da dem vuruyor ama bütün bunlar – şimdiye kadar-fikrimce yeri yerinden oynatacak şeyler değil.

Acaba mesele Avcı’nın bunları anlatırken birşeyleri saklamak değil, tersine açıklığa kavuşturmak, ortaya sermek çabası mıdır ortalığı karıştıran? Ama hani şeffaf olunacaktı, hani düşünce ve fikir özgürlüğü vardı?

Acaba ben mi pek batılı düşünmekteyim? Batıda böyle kitaplar ve açıklamalar, durmadan yazılagelen, yapılagelen şeylerdir.

Şimdiye kadar okuduğum bölümlerden ayrıca, Avcı’nın bir devlet görevlisinden belki beklenmeyecek kadar tarafsız ve özgürlükçü düşünebildiğini tesbit edebildim. Örneğin yıllarca sorgulama kadrolarında yer almış birisi olarak, yasa dışı örgüt üyeleri ile empati yapmaya, onların kafa yapılarını ve düşünce biçimlerini anlamaya çalışıyor ve anladığım kadarıyla yer yer öyle düşünmelerine hak bile veriyor.

Aslında bu konulara ilgi duyan- hatta duymayan- herkes okumalı bu kitabı. Şu anda piyasadaki en ilginç kitaplardan biri olduğu kesin.

One Minute!

Gazeteler geçende yazdılar: G-20 Zirvesi kapsamında, Obama ile Erdoğan yarım saat başbaşa görüşmüşler. Bazı gazeteler de bunun bir ikili görüşme olduğunu yazdılar. İkili görüşme, yani başbaşa, yani başka kimse yok. Konu da Nato’nun Türkiye’de kurmayı planladığı füze kalkanı sistemi. Erdoğan görüşmeden sonra, ABD’ye Türkiye’nin hassasiyetlerini aktardığını ve bu hassasiyetin Obama tarafından anlaşıldığı intibaını aldığını söylemiş. Füzeler hassas! Konu hassas! İkili görüşme, başbaşa! Ya gazeteler aradaki tercümanı adamdan saymamaktalar, o var ama yok; ya da, sanmıyorum ama, görüşmenin tercümansız yapıldığını varsayarsak, şu minval üzere geçmiş olabilir mi acaba?

Obama: Sayın Erdoğan biliyorsunuz, Türkiye’de bu kalkan sistemi kurulacak.

Erdoğan: One Minute sayın Obama. Ama one minute!

Obama: Bu sistem çok hassas sayın Erdoğan çok hassas.

Erdoğan: One minute, biz bu konuda çok hassas!

Obama: Yani anlıyorsunuz, hassas bir sistem şart!

Erdoğan: Yes yes, very very hassas, siz anlamak.

Obama: Oldu bu iş. Thank you.

Erdoğan: One Minute sayın Obama, I thank you.



“Şurdan Burdan” a sonra devam ederiz. Şimdilik bu kadar.

2 Kommentare:

  1. İki kedi ile aynı evde yaşamak biraz daha zorlaşmıyor mu? :)) Hele yatarken ikisinin de üstüme çıkması, kapıyı açtığımda ikisini de aynı anda kucağıma alma çabalarım ve en önemlisi de kıskançlık...
    Ben zorlandım inanın, Allah kolaylık versin :)

    AntwortenLöschen
  2. :)))Bundan önceki iki kedimle 16 sene birlikte gül gibi geçindik::))Antremanlıyım yani:)Dengeyi iyi kurmak, kıskançlığa sebep vermemek gerek:) Ama geceleri ikisi birden midemin üstüne yattıklarında ben de biraz zorlanıyorum:))Aslında daha çok kedi almak isterim ama hepsine birden eve uygun terbiyeyi verebilmek zor, hele yavru kediler çok hareketli oluyorlar. O yüzden şimdilik ikide bıraktım:) Selam ve sevgilerimle.

    AntwortenLöschen